19 Aralık 2014 Cuma

Gönülden Sızanlar - Posof

Bir başkadır Posof. Hep denir ya böyle, gerçekten de başkadır. Ilgar'ın tepesinden öte aştın mı; Orhan Veli'nin ‘’Gemlik’e doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma!’’ dediği gibi, çorak ve yoz Ardahan yollarından sonra cennet gibi bir vahaya doğru ineceksin, sakın şaşırma!



Evet, uzak memleket... Gitmesi de gelmesi de zor. Ama bence bu bir avantaj. O sıra dağlar sanki kötü insanların veya kötü düşüncelerin, Posof insanını zehirlemesini engellercesine yükseliyor dört bir taraftan.

Bir tarafta Kurşunçavuş, Demirdöven; diğer tarafta Türkgözü, Armutveren; yukarıda Süngülü, Balgöze; öbür yanda Sarıçiçek... Hepsi ayrı birer elmas gibi işlenmiş Posof'un bağrına. 

Posof insanı sadece orada doğan mı? Hayır, benim gibi oranın ekmeğini yiyen, suyunu içen, havasını ciğerine-gönlüne çeken de Posofludur kanımca. Ve her Posoflunun kaderinde vardır gurbet...

Kimi Bursa'ya kimi Fransa'ya, Kocaeli'ne, İnegöl'e, Brüksel'e, uzak diyarlara çıkıp gidenler onbinlercedir. Gitmişler ama eminim ki istisnasız hepsinin de yüreği Posof'ta kalmıştır. Başka kimsede bu kadar derin bir sıla özlemi olabileceğini zannetmiyorum. 



Hani bir Kaf Dağı vardı ya çocukken bize anlatılan, kimsenin ulaşamadığı, işte Ilgar Dağını bilselerdi onu anlatırlardı. Anka kuşu yerine de Posof'un ihtişamını...
Gurbetteki Posofluların Kaf Dağıdır, Anka Kuşudur o diyar; özlemleri hiç sönmez. Fransa'da da olsa İzmir'de de olsa hayallerinde o saklı diyar daima yer edinmiştir. 

Belki de bir gün dönmeyi düşünmekte, hayatın keşmekeşinin azaldığı emeklilik yıllarını bari, çocukluklarını ve gençliklerini geçirdikleri o saf ve temiz yaylarda yaşamayı arzulamaktadırlar. Kışın bembeyaz, baharın rengarenk, yazın yemyeşil yaylalar. Taze tereyağı, çeçil, kete, mis yoğurt... Sonbaharda kahverenginin her çeşit tonu... Hele suyu yok mu, hayatımda daha lezzetli bir su içmedim. İçtikçe içesi geliyor insanın. 



Posoflular, bırakmayın memleketinizi, gelecekte de her yaz ziyaret etmeye devam edin, öksüz kalmasın o güzelim yer. Hiç gitmeyen varsa mutlaka gitmeli, mutlaka. Ben de gideceğim Posofuma, ülkemin gizli kalmış inci tanesine, hasretlendim, ben de gideceğim ilk fırsatta.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Lider Dediğin Böyle Olur!


(Afganistan'daki 10 Kasım konuşmamdan...)


Bugün, 10 Kasım 2011. Atamızı ebediyete uğurlamamızın üzerinden tam 73 yıl geçti. Anayurdumuzdan 3000 km uzaklıktaki bu atayurdumuzda, Afgan kardeşlerimizle beraber, seni ve milletine adadığın o kısacık ömrüne sığdırdığın sayısız fedakârlıkları bir kez daha gururla anıyoruz.

Atam, senin kurduğun Cumhuriyet, yine senin aydınlattığın yolda hızla ilerlemekte, içteki ve dıştaki düşmanlarımıza inat, senin ilkelerine sımsıkı bağlı evlatlar yetiştirmeye devam etmektedir.

Ve Cumhuriyetin evlatları, bu atayurdunda, senin en önemli miraslarından biri olan Afgan-Türk dostluğuna sahip çıkmak ve onu daha da pekiştirmek için buradalar. Senin evlatların, ektiğin dostluk tohumlarını yeşertmek ve sulamak derdinde, başları dik, emrindeler Paşam!

Neden başımız dik olmasın ki? Yok olmanın eşiğinden bugünlere geldik.

Destan Çanakkale’de başladı. “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” emrini alan 57’nci Alay, son neferine kadar şehitlik şerbetini tattı, ama yine de Atam ve emrindeki mehmetçik düşmana namusunu, toprağını çiğnetmedi.

Dedelerimizin canları pahasına yaptırmadığına, padişah ve yanındaki korkaklar masabaşında izin verdiler.

Düşman her taraftaydı: İstanbul’da, sarayın içinde, İzmir’de, Samsun’da, Balıkesir’de, Adana’da, Eskişehir’de, Konya’da, İzmit’te, Afyon’da, Kars’ta, Antep’te, Antalya’da, Urfa’da; dört bir yanımızda Türk Milletini tarihten silmek için her türlü alçaklığı yapıyor; kadın, yaşlı, çocuk demeden önüne geleni gözünü kırpmadan yok ediyordu.

Yunanlar, Ermeniler, İngilizler, İtalyanlar, Fransızlar, Ruslar... Ve bunlardan daha da kötüsü içerdeki satılmış hainler...

Ümidi tükenmişti herkesin. Yıllar süren savaşlar, yokluk, fakirlik ve ardından gelen Birinci Dünya Savaşı yenilgisi sonrası, elden giden vatan: Ovalarımız, nehirlerimiz, denizlerimiz, güzel Anadolumuz...

İşte bu korkunç durumda bile hala ümidini yitirmeyen Gazi Mustafa Kemal, “Ya istiklal; ya ölüm!” parolasıyla esir olmak yerine ölmeyi tercih eden dedelerimizden oluşturduğu çarıklı, bitkin, aç ve yoksul ama yüreği istiklal için çarpan ve gözleri ufukta ölüme koşan bir ordu kurmak için gecesini gündüzüne kattı.

Cesur ve Atasına kenetlenmiş ordu, O’nun emrinde zaferlerden zafere koşuyor, İnönü’de, Sakarya’da, Afyon’da düşmanı bozguna uğratıyordu. Yurdun dört bir yanı gözü dönmüş ellerden kurtarılıyordu.

“Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” emriyle, 14 günde, muharebe ederek ayağındaki çaputla 400 km yol alan ordu, kaçan Yunanlıyı denize döküyordu.

Yok olmak ve var olmak arasındaki namus mücadelesi başarılmıştı. Atatürk, üstün liderlik vasıflarıyla ve eşsiz topyekün savaş stratejileriyle yedi düveli mağlup etmiş, aynı zamanda, insanca yaklaşımıyla da düşmanlarının hayranlığını kazanmaktan geri kalmamıştı. 11 Kasım 1938’de tüm dünya gazeteleri O’ndan övgüyle bahsederek saygılarını dile getirmişlerdi.

Atam sen övgülerin en büyüğüne layıksın:

Senin sayende tek millet olmayı tek yürek atmayı başardık.

Senin sayende albayrağımızın gölgesine sığındık.

Yüce Atam, rahat uyu !

Yüreği vatan, millet ve Atatürk sevgisi ile dolu olan evlatların; 
  • Kurduğun Türkiye Cumhuriyeti Devletini çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne taşımayı; 
  • 21’inci Yüzyıla Türk damgasını vurmayı;
  • Türk halkının güvenliğini ve ekonomik refah seviyesini en üst düzeye çıkarmayı hedef edinmişler, ayrıca;
  • Sınırları şehit kanları ile çizilmiş ve bugün de kanla korunan bu vatanın bütünlüğünü; 
  • Yıllardır bir arada yaşayan ve yaşama kararlığında olan ulusumuzun birlik ve beraberliğini;
  • Çağdaş, modern, laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve kurulmasına esas teşkil eden ilke ve inkılaplarını; 
sonsuza dek korumaya yeminlidirler.

Ruhun şad olsun.

Rauf DENKTAŞ


Hayatını Kıbrıs davasına adamış olan Denktaş, 29 Ocak 1924'te, KKTC’nin kurulması sonrası Rum tarafında kalacak olan Baf'ta doğdu. İlkokulu İstanbul ve Kıbrıs'ta okudu. 1944'te İngiltere'ye giderek hukuk eğitimi gördü. 1947'te Ada'ya döndü, avukatlığa başladı.

1948'de zamanın Kıbrıs Valisi Lord Winster tarafından oluşturulan Anayasa Konseyi'nde üye olarak çalıştı. 1949'da savcı oldu. Bu sırada, 1952'de, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios ve Yunanlı gerilla harbi uzmanı Albay Grivas, EOKA adlı bir örgüt kurdular. Bu örgütle Kıbrıs Türklerine karşı yoğun bir sindirme harekatına başladılar. Denktaş, 1958'e kadar savcılık görevini sürdürdü. Ancak,  EOKA’nın adadaki Türklere karşı yürüttüğü düşmanca faaliyetlerin artması üzerine, halkı için mücadeleye karar verdi ve savcılık görevinden istifa etti. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu'nun başkanlığına seçildi.

Denktaş, EOKA karşısında Türk toplumunu siyasi, iktisadi, sosyal alanlarda örgütledi ve 1958’de arkadaşları ile “Türk Mukavemet Teşkilatı”nı (TMT) kurdu. 1960'da '’Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı'' ile '’İcra Komitesi Başkanlığı”na seçildi. 1960–63 yılları arasında Türk Mukavemet Teşkilatı adına, Kıbrıs Türkü’nün mücadelesini savunan NACAK gazetelerini çıkardı.

1959'a kadar İngiliz egemenliğinde kalan Kıbrıs, bu tarihte imzalanan Zürih ve Londra anlaşmalarıyla “Kıbrıs Cumhuriyeti” oldu. Denktaş'ın, Zürih Anlaşması'na Kıbrıs Türklerinin hak ve statüsünü belirleyen maddelerin girmesinde, Türkiye'nin garantisinin Kıbrıs Türk Alayı ile perçinlenmesinde etkin rolü oldu. Bu iki anlaşmaya göre Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Rum, Cumhurbaşkanı yardımcısı Türk, bakanların da 7'si Rum, 3'ü Türk olacaktı. Fakat, Makarios’un asıl amacı Kıbrıs’tan Türkleri çıkarıp Yunanistan’la birleşmek olduğu için Türklere verilen hakları yok saymaya başladı. 1963’te verdiği anayasa değişiklik önerileri, Türk tarafının devlet mekanizmasında anlamlı ve etkin bir rol oynamasına olanak tanıyan hakları ortadan kaldırmayı amaçlamaktaydı.

Kıbrıs'ta dinamiti patlatan kıvılcım, 4 Aralık 1963'te Lefkoşe'deki EOKA eylemcisi Markos Dragos'un heykeline konulan bomba oldu. EOKA bombayı Türklerin koyduğunu ileri sürdü. Ardından iki Türk öldürüldü. Ve artık ok yaydan çıkmıştı... 24-25 Aralık'ta Ada'daki Türk alayı doktorlarından Binbaşı Nihat İlhan'ın evi basıldı. Eşi Mürvet ve üç oğlu, saklandıkları banyo küvetinde alçakça katledildi. Ertesi gün Türk jetleri, Kıbrıs semalarındaydı.

Denktaş, 1964 Ocak ayında Londra'da düzenlenen ''Beşli Konferans”a katıldı ve Kıbrıs Türklerinin davasını savundu. 1964'te, Türk toplumu adına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne seslendi. Bu tarihten sonra, Makarios yönetimi onu “istenmeyen adam” ilan etti, Ada'ya döndüğü takdirde tutuklanması kararını çıkardı.

Bir süre Türkiye'de kaldıktan sonra, 1964'te gizlice Erenköy'e çıktı. Erenköy çatışmalarına katıldı. 1967'de yeniden gizlice adaya girerken Rumlar tarafından yakalandı, tutuklandı. Girişimler sonucu Türkiye'ye iade edildi. 1968'de Ada'ya dönerek “Cemaat Meclisi Başkanı” ve “Türk Yönetimi Başkan Yardımcısı” olarak göreve başladı. Haziran 1968'den itibaren Türk toplumu adına Rumlarla ikili görüşmeleri aralıklı olarak altı yıl sürdürdü.

16 Şubat 1973'te Kıbrıs Türk Toplumu tarafından yeniden başkan seçildi. “Kıbrıs Cumhurbaşkan Muavini” ve “Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı” olarak göreve başladı. 5 Temmuz 1974'te hükümet darbesi yapıldı. Albay Sampson'un başında olduğu darbenin ardından Türklere karşı büyük bir etnik harekata girişildi. Rauf Denktaş, Bayrak Radyosu aracılığı ile Türkiye'den yardım istedi. T.C. Başbakanı Bülent Ecevit, 20 Temmuz 1974'te “Barış Harekatı”nın başladığını duyurdu. Denktaş, 1974 Türk Barış Harekatı sonunda, Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin ilan edilmesinden sonra “Devlet ve Meclis Başkanı” görevlerini üstlendi.

1975'te Rum Devlet Başkanı Kleridis'le yaptığı anlaşma ile 11 yıl Rum zulmünde yaşayan 65 Bin Türk'ün Kuzey'e ve Kuzey'deki Rumlar'ın da Güney'e nakillerini sağladı.

1976'da yapılan ilk genel seçimlerde “Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanlığı”na seçildi. Ulusal Birlik Partisi'ni kurdu ve anayasa gereği genel başkanlıktan istifa etti. 1981'de ikinci kez 'Devlet Başkanlığı'na seçildi.

15 Kasım 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ve yeni cumhuriyetin “Kurucu Meclisi”ni kurdu. BM Güvenlik Konseyi'nde tüm siyasi baskı ve saldırılara göğüs gererek halkının haklarını savundu.

1990, 1995 ve 2000 yıllarındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini tekrar kazanarak 2005 yılına kadar görevine devam etti. 2005 yılında emekli oldu.

Rauf Denktaş, çok yönlü bir kişiliğe sahipti. Devlet adamı kimliğinin yanında, yazarlık ve fotoğrafçılık ile de uğraştı. Bugüne dek yayınlanmış 50 kitabı vardır. Amerika, İngiltere, Avusturalya,  İtalya,  Türk Cumhuriyetleri,  Polonya,  Fransa,  Avusturya ve Türkiye’de fotoğraf sergileri açtı, sayısız konferanslar verdi ve çeşitli ödüller ile fahri doktora ve profesörlük payeleri aldı. 1974 Barış Harekatı'nda Türk köylerinden birinde yaşanan trajik olayları konu aldığı “İşgal Altında” isimli senaryosu TRT tarafından KKTC'de filme çekildi.

Ömrünü Kıbrıs davasına adamış olan KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, İngiltere savcısı olarak Kıbrıs'ta çok rahat bir yaşam sürebilir, Türkiye'de veya İngiltere'de lüks içinde yaşayabilirdi. Ama O, her şeyi elinin tersiyle itti, halkı için kâh yeraltında kâh yerüstünde her an ölümle burun buruna zorlu bir mücadeleyi tercih etti.

Denktaş, Kıbrıs Türkü'nün kurtuluşunda kendine Atatürk'ü örnek almış büyük bir liderdi. Yaşamını Kıbrıs Türkü'nün davasına adadı ve son nefesine kadar bu davadan bir an olsun vazgeçmedi. Yoğun bakımdayken bile son sözleri ömrünü adadığı bağımsızlık mücadelesiyle ilgili oldu. Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas'a “Söyle kendilerine, burası bağımsız bir cumhuriyettir.” diyerek “Hristofyas!” diye bağırdı. Denktaş’taki o mücadele azmi olmasaydı, Kıbrıs Türk’ü bugünlere ulaşamazdı.

Türk Milleti, onun yaptığı kahramanlıkları unutmayacak ve ona daima minnettar olacaktır.
Ruhu şad olsun.

14 Mart 2014 Cuma

Gürcistan İle Dostça Paylaştığımız Yer...

Ardahan'da Gürcistan sınırında bulunan Aktaş Gölü, tektonik oluşumlu bir göldür. Gölün yarısı Gürcistan sınırları içerisindedir. Toplam alanı 2.700 km² olan gölün 1.400 km² ülkemize aittir. Rakımı 1798 metre olan göl, Çıldır ilçe sınırlarındadır. Sığ olan gölün en derin yeri 10 metre kadardır.


Göl içinde, yerleşim olmayan ve küçük boyutlu on iki adet ada yer alır, bunlardan en büyük olanı Türkiye sınırlarındadır. Otlak ve sazlıkların bulunduğu bu adalar, kuşların beslenme, barınma ve üreme alanıdır. Çevredeki küçük derelerle beslenen göl, bahar aylarında suları taştığında Kura Nehrine boşalmaktadır.Sodalı olmasına rağmen son zamanlarda balıklar görülmektedir. Gölün beslenmesinin kuvvetlenmesiyle, fazla sularını Kura nehrine boşalttığı ve yerine dolan kar sularıyla, sodalı özelliğini kaybettiği düşünülmektedir.


Aktaş Gölü, Ak Pelikanın ve Kadife Ördeğin ülkemizde kuluçkaya yattığı ender alanlardandır. Ayrıca Angus, Uzunbacak, Karabatak ve Vangölü Martısı da gölde yaşamaktadır. Göl, bu saydığım nadir türler nedeniyle Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği çerçevesinde koruma altına alınmıştır. Aktaş Gölü, askeri güvenlik bölgesi içinde yer aldığı için kuşlar herhangi bir tehdide maruz kalmadan özgürce yaşamaktadır. Ardahan ve özellikle Çıldır'a ziyarete gelenlerin, Türkiye sınırlarında bir eşi daha olmayan bu harika güzelliği görmesini tavsiye ediyorum.

Bir de, Çıldır'dan Ardahan'a dönerken ilçe çıkışında kartallar gibi nöbet bekleyen Şeytan Kalesini mutlaka görün.

27 Şubat 2014 Perşembe

ARABA SÜRMENİN İNCELİKLERİ

  Bu yazımda, sürüş esnasında karşılaştığım veya uyguladığım değişik durumları, biraz ayrıntı içeren gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.



  • Öncelikle şu hatırlatmayı yapmadan geçemeyeceğim, arabayla yan mahalleye dahi gitseniz lütfen emniyet kemerinizi takın. Ben koltuğa oturur oturmaz takıyorum, bugüne kadar da bir şeyim eksilmedi taktım diye.
  • Arkanıza yaslandığınızda yan aynalar boşuna arabanın kapılarını göstermesin. Öyle bir ayarlayın ki aynanın görüş açısı arabanın arka kenarından başlasın. 
  • Arabayı ilk çalıştırdığınızda, turbosuz araçlarda mutlaka 15-20 saniye bekleyin ki pistonlar, krank ve eksantrik milleri vs. kendilerini yağlayabilsinler. Turbolu araçlarda ise en az bir dakika beklemeniz gerekli; çünkü turbonun yağlanması daha uzun sürüyor. Eğer acele ederseniz, turbonun da bilye dağıtmada (patlamada) acele edip başınızı ağrıtacağını bilin.
  • Bir ve ikinci viteste ne olur aracınızı ağlatmayın, bağırtmayın; motor 2 veya 3 bin devre yaklaştığında vites değiştirin ki hem yakıttan tasarruf edin hem de motor ömrünü uzatın.
  • 2 bin devirin altına düşmedikçe ne kadar büyük viteste giderseniz o kadar yakıt tasarrufu yaparsınız. Mesela düz bir yolda dördüncü viteste 2500 devirde gideceğinize, beşinci viteste 2000 devirde gitmelisiniz.
  • En önemli kurallardan bir tanesi: Yokuş aşağı boşta gitmek yakıt tasarrufu değildir! Lütfen uygun bir vitese takın öyle gidin, asıl bu şekilde ECU (beyin) yakıtı kesmekte ve yakıt tasarrufu yapılmaktadır.
  • Düşük devirlerde arabayı zorlamayın, bunun yerine vites düşürün. Aksi halde yanma odasında verimli yanma gerçekleşmeyeceği için çeşitli noktalarda "kurum" oluşacaktır.
  • Lastik havalarını haftada bir kontrol edin; hem yakıttan, hem de lastik ömründen tasarruf edin.
  • Sürüş esnasında 360 derece çepeçevre kontrol çok önemli. O anda ön, arka, sağ, solunuzda ne var, herhangi bir araç var mı, ilerideki sokaktan araba çıkacak mı, şu yol kenarındaki çocuk yola fırlayabilir mi vs.
  • Tır veya herhangi bir uzun araç sollarken dikkat! Farketmemiş olabileceğinden sizi yol dışına çıkarabilir. Bunu önlemek maksadıyla selektör ve korna vasıtasıyla önünüzdeki aracı uyarın, mümkünse aynasından gözlerine bakın, sizi farkettiğine emin olduğunuzda sollamaya başlayın.
  • Asla ve asla ilerisini göremediğiniz noktalarda sollama yapmayın! Hayatınız bu kadar ucuz değil!
  • Yokuş aşağı harekete başlayacaksanız, önce birinci daha sonra doğrudan üçüncü vitese atabilirsiniz. Hem yakıttan, hem de baskı-balatadan tasarruf edersiniz.
  • Balata demişken, özellikle yoğun trafikte yarım debriyaj durmayın lütfen, atın boşa, ayağınız da rahat etsin, balatanız da...
  • Uzun yolda uykunuz geldiyse boşuna çabalamayın fayda etmiyor, çekin kenara uyuyun.

Şimdilik bu kadar, ama devamı gelecek. Siz de düşüncelerinizi paylaşın ki yeni bilgiler edinelim, tartışalım.
Esen kalın.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Çin İşkencesi


Geçenlerde ağaç motoruna ihtiyacım oldu. Ben de ucuz diye Çin malı bir marka aldım. Aldığıma da pişman oldum.

Ucuz etin yahnisi misali, çalıştırma ipi iki gün sonra koptu ve elimde kaldı. Tamir etmek için tam üç saatimi harcadım. Bir saat sonra yine koptu. 

Adamları günde iki dolara çalıştırıyorlar, aynı zamanda da en ucuz malzemeyi kullanıyorlar. Haliyle de malzeme kullananın elinde kalıyor.


Geçen yine işim düştü Çin malına. Telefonun dokunmatik filtresi bozulmuş, yan sanayi filtre taktırdım, bilin bakalım ne kadar süre dayandı? 

Yaklaştınız... Tam 30 gün dayanabildi.

Kaliteden şaşmamak lazım.

Bosch amca söylemiş zaten: "Ucuz mal alacak kadar zengin değilim!"

BEDAVA ENERJİ


Bu görmüş olduğunuz icadı, emekli emniyet amiri Muammer YILDIZ tasarlamış. Başlangıçta sadece 8 sn boyunca 12 voltluk bir enerji veriliyor, daha sonra cihaz, içindeki mıknatıslar ve özel düzenek sayesinde kendi enerjisini kendisi "oluşturarak" dakikada 10.000 devir hıza ulaşıyor ve 230 watt güç üretiyor.

Eğer bu kişiyi kaçırmadıysalar veya bu kişi "intihar etmediyse", dünyayı yerinden oynatacak bir buluş olan bu motor sayesinde dünyanın en zengin insanı olacak gibi görünüyor.